6 Nisan 2015 Pazartesi

Selam Olsun Bütün Kadın Kuaförlerine

  İnsanlar genel geçer anlamda cinsiyet namına ikiye ayrılırlar. Kadınlar ve erkekler. Her ne kadar iki tarafta insan olma lütuflarına dair aynı özellikleri taşısa da kesinlikle birbirinden tamamen farklı yaratılmış canlılardır.

  Erkek hayatı daha düz yaşarlarken, kadının yaşadığı her bir anda inişler, çıkışlar, kıskançlıklar, zaaflar, entrikalar vardır. Erkek düşünme konusunda ne kadar teorikse kadınınki o kadar karmaşıktır. Erkek ne kadar tutkunsa kendine, kadın o kadar tutkundur kendinden başka sevdiği her şeye. Erkek ne kadar kabadayıysa kadın o kadar korumacıdır. Biri laftadır, biri icraatta anlayacağınız. Yanlış anlamayın burada feminist gibi konuşmak istemem ama erkekler de zaten bunu kadınlar kadar iyi biliyor. Ve o nedenledir ki kadın yaşadığı her anı erkeğin yaşadığı bir andan daha çok anlamlı kılar. Örneğin bir erkekle çıktığı bir yemeğe kadın; aşk, dostluk, duygusallık, zamandan koparılmış bir an gibi anlamlar yüklerken, erkeğin düşünce sisteminde sadece o yemekten doyup kalkmak vardır. Erkek bir çocuğu olduğunda ‘baba oldum’ un sevincini yaşarken, kadın o çocuğun emeklilik sigortasına kadar düşünmüştür bile. İşte bu yüzdendir -ki örnekleri milyonlar kadar arttırabiliriz- kötü bir olay yaşadığında kadının hayata geri dönüş mücadelesiyle erkeğinki farklıdır. Hep sorarlar ya kadınlar neden sevgililerinden ayrıldıklarında, arkadaşıyla kavga ettiğinde, aldatıldığında, kısacası kötü bir olay yaşadığında kuaföre gidip fiziksel değişiklikte bulunma ihtiyacı hissederler diye?

  Kadın bir erkekle salt bir aşk yaşamaz(gerçekten sevdiyse tabi J). Kadın o aşkta romanlar yazar. Yaşanan o aşka anlamını katan bile kadındır. Yemek yapar gibi sever kadın. Tadını, tuzunu, biberini ölçe ölçe ayarlar. Her ne kadar ölçüyü tamamen doğru yaptığına inansa da muhakkak bir eksik bulur.

  Hiçbir kadın bir aşka bitecek diye başlamaz. Dünyanın en olmazından bile bir gelecek bekler. En çılgın anlarında başladığı bir ilişki üzerine bile bin tane düğün senaryosu kurar. Bu yüzden bir kadın ister on yıllık ister bir aylık bir ilişki yaşasın o, o kadının ayrı bir dünya da var olmasına sebebiyet veren bir şeydir. Sadece aşk mı? Tabi ki hayır. Arkadaşlık kurar, kardeşçe anılar yaşar, okul okur emek verir, çocuğu olur anneliği tadar. Yani kadının aşktan tutunda yemekteki tuza kadar bir anısı vardır. Peki ya bu anılar son bulduğunda? Sevgiliden ayrıldığında, arkadaşıyla tartıştığında, çocuğuyla ilgili bir problem yaşadığında, okuduğu okul bitince onca emeğine karşılık alamadığında ne yapar kadın? Dünyasını kurmuştur ya bunlar üzerine, anıları vardır. Yıkılıp giden enkazın altında ölüm uykusuna mı yatacaktır, yoksa o küllerden yeniden mi doğacaktır?

  Tabi ki koşa koşa kuaförünün yolunu tutacaktır. Neden? Çünkü kadın o anıları yaşadığı kadını tekrar aynalarda görmek istemez, tekrar o kadınla karşılaşıp üzülmek istemez. Saçlarını okşayan sevgilinin el izlerini yok eder saçını kestirirken, ‘ay tatlım saçların çok güzel olmuş’ diyen sahtekar arkadaşın övgülerinden kurtulur saçını boyatırken, okurken saçlarını tel tel döken o okul anılarından kurtulur aynadaki siluetini değiştirirken. Kısacası kadın ‘dünyam’ dediği o anlar bitince yeniden o kadın olarak devam etmek istemez hayatına. Kuaförüne gider, değişir, kendine gelir ve küllerinden yeniden doğup yepyeni bir dünyaya adım atar. Selam olsun bütün kadın kuaförlerine J

22 Mart 2015 Pazar

İlham?

Öncelikle merhabalar, bir haftaya yakın yazamadım. İlham denen şeyin gerçek yazarlar için olmadığını düşünürdüm hep. Bir yazar her zaman her konudan bir eser çıkarır derdim. Başa gelmeden anlaşılmıyor çoğu şey. Tam bir hafta ne içimden yazmak geldi ne de yazacak bir konu bulabildim. Bu işe mükemmel olsun diye başladım. Okuyan kaliteli şeyler okusun, belden aşağı espirilerle kendini okutan kitaplar ellerine almasınlar diye yazmaya karar verdim. Elbette ki ben de mükemmel değilim, elbette ki aldığım eğitim kompozisyon yazmaktan ibaret. Ama farkındayım bir şeylerin. Bu nedenle bugünkü konum ‘ilhamsız eserlere yöneliş’.

  Ben ülkemin gelişmişlik seviyesini kaldırımlara bakarak değil, kitap dükkanlarının çok satanlar raflarında ararım. Bir aralar Harry Potter -benim çocukluğumun serisi olsa da bir tanesini bile okumadım-  efsanesi sürüp gitti. Çocuklar Oxford’un o görkemli okullarına uçarak gideceklerini sandılar bir hayal dünyasına daldırıldılar. Harry Potter fazlaca ‘çok satınca’, ardından Yüzüklerin Efendisi, Hobbit gibi hayal dünyası serüvenleri çok sattı ülkemizde. Sonra insanlar bir ara siyasete merak saldı. Bilen bilmeyen siyaset yaptı sayfalarca. İnsanların aklı ne de çok yıkandı bu dönem. Ben de aynı şekilde merak salanlardan biriydim. O sıralar Ermeni Soykırım’ına merakım vardı benimde. Fakat ne kadar kitapçı dolaştıysam bir tane bile yansız bir kaynak eser bulamadım. Derken Dukan diye birisi çıktı karşıma çok satanlarda. Bir diyet kitabı olduğunu görünce çok önemsemedim fakat uzunca bir süre o rafta kalınca dikkatimi çekti. Hem ne işi vardı diyet kitaplarının çok satanlar rafında? Gerçi bu da bana ülkemin kilo analizini yapmama yardımcı oldu. Çünkü bu diyet sağlıklı beslenmek isteyenlerin değil hızlıca kilo vermenin doğru olduğunu sananların diyetiydi. Bilen bilmeyen yaptı. Artık herhangi bir şikayetten hastaneye giden hastalara ‘şikayetlerin nedir’ sorusundan sonra ‘dukan diyeti mi yaptın?’ diye sorulmaya başlandı. Sonra insanlar farkına varınca bu diyette ters bir şeylerin olduğunu kitap çok satanlar rafından bir güzel alaşağı oldu. Gerçi aynı ünü sağlayacağını sanan yazarımız birkaç sene sonra Dukan2 yi çıkardı ama çok satanlarda ömrü Dukan1 kadar uzun olmadı. Diyetle fazlaca yorulan çok satanlar raflarını birkaç ay sonra sosyal medya yazarları aldı. Günümüzde de hala çok satanlar rafları sosyal medya yazarlarınca devam ettiği için biraz olsun değinmek istiyorum.

  Bir kız var adı Pucca, uzunca bir süre sosyal medya yazarları kolonisinden olduğu için onu alıp okumadım. Önyargılarım çoktu. Arkadaşlarımın ellerinde bu kızın kitapları, katıla katıla gülerlerken ben hala Ermeni Soykırımına tarafsız bir bakış arıyordum. Uzunca bir zaman sonra Pucca bilmem kaçıncı kitabını çıkardı ve çok satanları kimseye kaptırmadan yoluna devam etti. Bu tutum da benim artık bu kitabı alıp okumama sebebiyet verdi. Gidip aldım, evde okuyorum ama nasıl olduğumu görmelisiniz, odamın içinde bana özel Komedi Show var ben de izliyorum. İlk kitap bir günde bitti ve ben sanki kuşlar gibi hafiftim. Öylesine çıkmış, arınmıştım ki stresten. Evet yalan söyleyemem edebi anlamda bu kitap bana pek şey katmadı ama kesinlikle okumaya da değerdi. Hayat bazen çok ciddi oluyor, ne kadar sevsen de bu durumu bir nefes almaya ihtiyacın olduğunu sana hatırlatan şeyler karşına çıkana kadar anlamıyorsun. Gelgelelim, Pucca bu kadar iyiyken ve bize yeterken onun  gibi olmaya çalışan niceleri çok satanlar rafını işgal etmeye başlayınca bu akımda artık kabak tadı vermeye başladı. Ülkemin huyudur, bir şeyi tadında bırakmadan tadını eskitmek. Bu arada Pucca’ya değinmemin sebebi, eleştiri değil, çünkü Pucca’nın bize kattıkları yadsınamaz. Benim eleştirdiğim şey daha fazla Puccalaşmamak. Çünkü her sosyal medya yazarı bizden biri olacak kadar edebi olmuyor.

  Kısacası, ‘okuyun, ne olursa olsun okuyun’ klişelerinden çıkın. Size her anlamda bir şeyler katacak kalemlere dokunun. Onların hikayelerine ortak olun. Unutmayın Yaşar Kemalleri, Ahmet Hamdi Tanpınarları, Sabahattin Alileri ve daha yazamadığım bir çok kuvvetli kalemleri. Ben mi? Ben sadece yazmakla mutlu olan bir insanım, kendi alanıma ‘farkındalık’ diyorum. İnsanların ‘aa evet ya, nasıl fark edememişiz’, dedikleri tespitler yaparak elimden geldiğince biraz da edebi olarak farkındalık yaratmak. Hayatta en önemli şeylerin bile farkındalığına varmanız dileğiyle.

Not: MUTLU PAZARLAR J

16 Mart 2015 Pazartesi

Kitap Önerisi; Nietzsche Ağladığında

Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere...

  Merhabalar, bugün günlerden pazartesi. Biliyorum bazılarınız çalışıyor, bazılarınız okulda, bazılarınız   evde, bazılarınız çocuklarıyla, bazılarınız eşleriyle, kısacası pazartesi demek insanoğlu için uğraşların başladığı gün demek. Ben de bu nedenle pazartesine ufak bir nefes katabilmek için pazartesileri bilumum öneriler yayınlamak niyetindeyim ve bu ilk pazartesi önerisi serime size bir kitap tavsiyesiyle başlamak istiyorum.

  Kaçımız felsefeye meraklı, kaçımız felsefi düşüncelere yatkın bilmiyorum ama bu roman filmide büyük ilgi gören ve içinde satır satır işaretlediğim sözleriyle hayatımın çoğu anında bana yardımcı olan bir kitaptır. Öncelikle size kitabımın kitap olmasına neden olan özel kişisinden bahsetmek istiyorum. Nietzcshe...

  Friedrich Nietzsche 1875 doğumlu Alman bir filozoftur. Yalnızca filozof değil, kültür eleştirmeni, şair, besteci… En çok felsefi romanları bilinir ve felsefe dünyasına büyük katkılar sağlamıştır. Ben burda uzun uzun nietzsche yi anlatıp sizi sıkmak yerine biraz kitaptan bahsetmek istiyorum. Meraklıları için de hayatını anlatan linki yazının sonuna ekledim.

  Nietzche yi konu alan bir çok kitap var ayrıca Nietzsche' ninde kaleminden çıkan.. Hemen hemen hepsini okumama karşın içlerinden bir tanesi beni çok etkilemiştir. O kitap ‘ NIETZSCHE AĞLADIĞINDA ‘ dır. Bu kitap böylesine büyük bir filozofun aşka yenilişini ve ümitsizliğini konu alıyor. Kitap, felsefenin edebiyatın içine nasıl da nazikçe süzüldüğünü örnekleyen nadir eserlerden birisi. Hem aşkı yaşıyorsunuz, hem de aşka felsefi açıdan bakmanın tadına varıyorsunuz. Ümitsizliğin bir adamı -hem de sıradan olmayan bir adam- içine alışının görsel sunumunun kafanızda nasıl alevlendirdiğini görüyorsunuz. bu güzel anlatım için burada kitabımızın yazarı Irvın D. Yalom' ı da ayrıca takdir etmek gerek.

  Nietzsche Ağladığında, benim okuduğum ilk Nietzche kitabıdır. Bu kitapla tanışmamın da benim için ayrı bir önemi vardır. Bir gün bir arkadaşımı elinde iki kitapla kitabın içine gömülmüş, hatta dünyadan kendisini soyutlayacak kadar zevkle okuduğunu fark edince merak ettim ve ne okuduğunu sordum. Bana bu kitabı gösterdi, diğer elinde de bir adet sözlük vardı. Kitabın çeviri dili de biraz ağır olduğundan Türkçe sözlüğü ile birlikte okuyordu. Onu öyle görünce dayanamadım ve hemen ben de bu kitabı okumaya başladım. Arkadaşımın kitabın içinde kaybolduğu kadar değerli bir eser olduğunu görünce kütüphanemde ‘ özeller ‘ köşesinde yerini alması gerektiğini düşündüm. Hayatıma değişik noktalardan önem katan bu kitabı sizlerinde okuması için önermek istedim. Umarım siz de benim kadar mutlu kalır ve kütüphanenizin bir elemanı olarak onu aranıza alırsınız. Hepinize iyi okumalar diliyorum. Kitabın resmi, Nietzszche' nin hayatı ve filmin linklerini yazımın sonunda bulabilirsiniz.

  Kitapla kalın.



 

 

15 Mart 2015 Pazar

MUCİZE


 Bu kez yazıma başlık olacak bir şarkı bulamadım. Çünkü bizi anlatacak bir şarkı yok, bizi anlatacak bir cümle bile yok. O nedenle bizi bizce anlattığım bir yazı olacak bu…

  Biz kaderi dahi aynı yazılmış sadece ebeveynleri farklı olan iki kızdık. Farklı şehirlerde yaşardık ama yazın buluşma noktamız katiyen değişmez ve babaannemiz olurdu. Ben her insanın hayatında çılgınlıkları sorgulamadan yaşayacağı birisi ama yalnızca birisi olması gerektiğini düşünürüm, işte benim çılgınlık ikizimde kuzenim Betül’ümdü. Betül Karadeniz’de yaşıyordu ben de Akdeniz’ de yaşıyordum. Birbirimize bir yıl kadar hep hasret kalsak da yazın geçirdiğimiz üç ay ömre bedel oluyordu.

  Ben tek çocuğum, hemen ‘şımarık’ yorumlarına girmeyin. Evet çok isterdim ailesi tarafından şımartılan tek çocuklardan olmayı fakat babam sırf bu klişeye kurban gitmeyeyim diye beni tek çocukların yetiştiği tarzın aksi yetiştirdi. Benim bir dediğim iki değil üç, dört oldu çoğu kez, hiç öyle oyuncaklara boğulmadım, sevgiden önce saygıyı öğrendim, paylaşma hususunda da hassas yetiştirildim. Saygısız, şımarık bir çocuk olmadım ama suistimale açık insanlardan olduğum doğrudur. Bu yetişme döneminde benden biri daha vardı, aynı otoriteye kurban giden, o da Betül dü. Uzaktık fakat hiç yollar giremedi aramıza. Sadece yollar mı? Aramıza girmek isteyen çok insan oldu ama hiç kimse aramızdaki o kardeşlik tutkusunu alamadı bizden.

  Altın kızlardı, bizim aile içinde lakabımız. Ee tek olmakta bu sıfatı hak ederdi. Bu arada evet Betül de tek çocuktu.

 Bir gün bir düğünde (ki biz hala düğünlerden pekte haz etmeyiz) babaannemin erkek evlatlarının tek kızları olduğumuz için bizi evlatlık sanmışlar. Bu Betülle benim kulağıma gelince nasıl da üzüldüğümüzü dün gibi hatırlıyorum. Bir gece boyunca DNA örneklerinden tutunda kan tahlillerine kadar araştırma yapma düşüncesine girmiştik. Fakat babalarımıza benzerliğimiz öyle aşikardı ki tek bir teste bile gerek yoktu, çocukluk işte…

  Betül benim gözlerinin içine baktığımda çocukluğumu hatırladığım, her düştüğümde bana yukardan el uzatıp beni kaldıran, belki bana hayatım boyunca yalan söylememiş tek insan (ki bence kimseye söyleyemez, çünkü o yetenek ona yukarlardan verilmemiş).

  Allah insanlara mucizeler gönderir. İnsanlar bunu fark edemez her zaman. Ben fark ettim, benim mucizem daha emekleme döneminde tanıştığım kuzenimdi. Hayatım boyunca kimsenin hak etmediği övgüler sunmadım kimseye. Evet onun hakkında 100 tane şey yazsam o beni haksız çıkarır ama 99 için değil 101. için…

  Bugün klavyenin başında belki 10 saat düşündüm ne yazmalıyım diye. Hatta bir ara yazmayı bırakıp anılarımıza odaklanıp kahkahalara boğulduğumu anımsıyorum. Bu nedenle önce anılarımızdan yazmak istedim, fakat öyle özel ki hepsi, affınıza sığınarak bize münhasır kalsın istedim. Sadece onun hakkında yazmayı, onun için klavye başına oturmayı istedim. Şu an hayatta güçlüysem, şu an hayattan zevk alıyorsam, şu an çocukluğumun mükemmel geçtiğine dair en ufak şüphe duymuyorsam, kardeşim yok demiyorsam mesela, benim de bir yarım var diyebiliyorsam işte bunların tek dayanağı Betülümdür. Yazarlık dönemimde bana en büyük desteklerden birini verdiği için ona sonsuz teşekkür ediyorum ve hayatımın o altın kızını çok özleyerek öpüyorum. Hepinizin hayatında bir mucize olması dileği ile…

 

 

 

14 Mart 2015 Cumartesi

KARDEŞİME, ' YAĞMUR UMA ' İTHAFEN


Nil Karaibrahimgil:Yaş 18

 Yıl 2009 günlerden cumartesi. Tabi ki ÖSYM'nin değişmez klasiği pazar sabahı 9:00 da benim de sınavım var.
 Gelenektir sınavdan bir gün öncesi bayram havası gibi olur. Motivasyon amaçlı geziler, yemekler, ailece gidilen kahvaltılar, hiç olmadık sevgi gösterileri, e tabi bir de susmayan telefonlar. Telefonlar demişken. Sanmayın hep sizi düşündükleri için arayanlar var. Ben hatırlıyorum, daha sesini duymadığım, yüzünü görmediğim, akrabam mı uzaktan yoksa yakın bir aile dostu mu hala bilemediğim pek çok insanla psikoterapi yaptım o cumartesi gecesi.
  Klasik cümleler 1: SAKİN OL!
  Ne sakin mi olayım? Nasıl olabilirim sakin acaba? Sabahlara kadar çalışılan dersler, bitirilen kitaplar, bilmem kaç bin rekor sorular, taksitleriyle iyi bir araba alınabilecek özel dersler, sınav var diye reddedilen karşı cinsler, elalemin ülkesinde yaşıtlarım  fink fink gezerken masabaşında daha 18 yaşımda ağartılan saçlar, sana umut bağlamış anne, baba, teyze, kardeş, dede.. kısacası mahalle bakkalına kadar seni tanıyan herkes gibi gerçekler varken sen bana sadece SAKİN OL, diyorsun ya, DEME !

  Klasik cümleler 2: KAZANMASAN DA OLUR BİZ SENİN HEP YANINDAYIZ!
 En çok güldüğüm cümle bu işte. Ya elbette yanımda olcaksınız, bir sınavı kazanamadım diye sınırdışı edecek haliniz yok ya. Siz ömrümün geri kalanında söylenmeyin kafi. En basitinden benim babam, eczacılık kazanamadım diye (aradan 5 sene geçti) hala her geçtiğimiz eczanenin önünde bana, 'yaaa bak eczacılık kazansaydın sana da burda bir eczane açardık ' diyor. Artık eczanelerin önünden geçemez oldum ve sen bana KAZANMASAN DA OLUR, diyorsun ya, DEME !
  Klasik cümleler3: SENEYE BİR DAHA HAZIRLANIRSIN!
 Ya sen neler diyorsun? Ben bir gece önceden yarın bu eziyet bitecek diye kutlamalar yapıyorum, gideceğim üniversiteyi hayal edip tutacağım evin okuluma yakınlığını filan hesaplama derdine düşmüşüm, sen bana gelmiş BİR DAHA diyorsun ya, DEME !

 Bu klasik cümleler silsilesi böyle gider de gider efendim. Bende bu klasiklerle uyandığım bir cumartesi sabahında arkadaşımla sinemaya gitmeye karar verdim. Arkadaşım o zamanlar üniversitede okuyordu. Bütün gün kıza zaten üniversiteyi nasıl kazandın, neler yaptın, heyecanlanmış mıydın diye bir ton eziyet etmem yetmiyormuş gibi sinemadan çıkınca ' bir yerlerde bir şeyler yiyelim mi ? ' sorusuna verdiğim cevap koca kızlar olmamıza rağmen hala benimle dalga geçmesine sınır tanıtmayan cinsten oldu, ' olmaz annem sınavdan önce dışarda yemek yememe izin vermiyor '. Nedir yani yesem, hayır yesem ne olacak, yemedim de ne oldu, annemin korktuğu sonuç değişti mi? HAYIR :)

 Yıl 2015 günlerden cumartesi. Tabi ki ÖSYM'nin değişmez klasiği pazar sabahı kerdeşimin (teyzemin kızı fakat kardeş olsa bu kadar sevmezdim) sınavı var, ve bir çok yaş 18 lerin sınavı. Klasik cümleler deryasında sizi elbette ki boğmayacağim, özellikle Yağmurum seni. Çünkü ailemizin sınav öncesi psikolog olmak gibi gizli yeteneklerinin ortaya çıktığını yaşayan bir geçmiş olarak iyi biliyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum; sen/siz zaten yarın neler olacağını, bir yılın analizini yapmış insanlar olarak iyi biliyorsunuz. Kişiyi kim tanır kendinden daha iyi? Sınav sonucunu bekleme süreci bile hikaye. Bu hayat senin, bu sene de senindi ve sen istediğin gibi yaşadın. Ne kadar çalışmak istediysen o kadar çalıştın, bu sınavı ne kadar önemsemek istediysen o kadar önemsedin, ne kadar uyumak istediysen o kadar uyudun ve yarın da senin isteklerinin bir sonucu olacak. İyi de olsa kötü de, bu tercih senin ve asla tercihini kendin yaptığın şeyler için üzüntü duyma, çünkü seni sen yapan şey kendi kararlarındır. Sana ve sınava girecek herkese başarılar diliyorum. Her şey kendinizce olsun ;)

 Dipnot: başlıktaki şarkıyı dinlemeyin ;)